“Öyle sanıyorum ki, onun gerçek inancı, insanoğluna olan inancıydı.” Abidin Dino’nun “Uzun Yürüyüş” ve “Savaşın Vahşeti” Eserleri Üzerine
Çağdaş Türk sanatının öncü isimlerinden Abidin Dino, uzun kariyeri boyunca ressam, karikatürist, yazar ve film yönetmeni olarak çalışmıştır. İçinde yaşadığı günlerin siyasi ve kültürel çalkalanmalarına eserlerinde ve yazılarında şahitlik etmiş, Türkiye’nin ve dünyanın tanıklık ettiği baskıları, sürgünleri ve yasaklamaları, tüm bunların beraberinde getirdiği dayanışma, coşku ve değişime olan inancı bizzat yaşamıştır. Sanatçının düşünsel dünyasına dair Ferit Edgü, Sakıp Sabancı Müzesi’nde 2007’de gerçekleşen Abidin Dino: Bir Dünya sergisinin kataloğu için yazdığı makalede, “Öyle sanıyorum ki, onun gerçek inancı, insanoğluna olan inancıydı.” demiştir. Bu yazıda, Dino’nun SSM Resim Koleksiyonu’ndaki eserlerinden Uzun Yürüyüş ve Savaşın Vahşeti üzerinden politik görüşlerinin düşünce dünyasını nasıl şekillendirdiğini ve zamanın siyasi olaylarını eserlerine nasıl yansıttığını ele alacağız.
Abidin Dino’nun düşünsel ve duygusal dünyasının şekillendiği 1920ler ve 1930lar, dünyada ve Avrupa’da esas olarak milliyetçiliğin, faşizmin ve Nazizm’in yükselmesine tanık olur. Bu ortamın doğal sonucu, bu politik görüşleri paylaşmayan, sosyal adalet arayışıyla haksızlığa karşı direnen bireylerin derece derece Marksist sosyalist sola yaklaşması, aşırı sağa karşı çözümü ve kurtuluşu orada aramasıdır. Mussolini ve Hitler’in yükseldiği dünya düzenine ve Büyük Buhran sonrasında çöküşte gibi gözükmekte olan kapitalist piyasa ekonomisine karşılık Sovyetler Birliği’nin benimsediği, kolektif mülkiyete bağlı planlı ekonomi iyi bir cevap gibi gözükür. Aynı zamanda gerek İspanya İç Savaşı’nda olsun, gerek İkinci Dünya Savaşı’nda, Sovyetler Birliği ve sosyalizm, sağa karşı direniş hareketlerinin başını çeker. Bütün bunlar insanları, kapitalizme ve kapitalizmin doğurduğu düşünülen faşizm ve Nazizm’e karşı biricik alternatif gibi gözüken kutba cezbeder.
1930’lar ve 1940’larda Marksizm ve komünizmin cazibesi ağırlıklı olarak faşizme karşı direnişten geliyorsa, 1950’lerde buna dekolonizasyon hareketi eklenir. Sovyetler Birliği’nin yaldızlarının dökülmesi ve uluslararası komünist hareketinin alt üst oluşu, dünyada muazzam bir anti-emperyalist rüzgârın esmeye başlamasına denk gelir. 1950’ler ve 1960’larda solu cazip kılan, emperyalizme karşı milli kurtuluş ve bağımsızlık mücadeleleri olur.
Bu koşullarda, aralarında Yaşar Kemal, Sabahattin Ali, Nâzım Hikmet ve Arif ile Abidin Dino’nun bulunduğu pek çok insanın hayat ve inançlarını şekillendiren ve onları komünist akıma çeken, işte bu kurtuluş ideolojileridir. Dünyada ve Türkiye’de eşitçilikten, barıştan, anti-emperyalizmden yana olan pek çok genç aydın gibi Abidin Dino da kendisini, erken bir yaşta sol entelektüel kültür çevresinin içinde bulur. 1930’ların başında Türkiye’ye gelen ünlü Sovyet yönetmen Sergei Yutkevich ile SSCB’ye giderek, üç yıl boyunca Leningrad’da, Yutkevich’in yanı sıra Sergei Eisenstein ile sinema eğitimi alır. İkinci Dünya Savaşı’na giden yolda Sovyetler Birliği’nin tüm yabancı öğrencileri geri gönderme kararı almasıyla 1937’de Leningrad’dan ayrılarak önce Londra’ya, ardından Paris’e gider. Paris’te Gertrude Stein, Tristan Tzara, André Malraux ve Pablo Picasso gibi dönemin önde gelen sanatçıları ve solcu entelektüelleriyle dostluklar kurar.
Dino, 1940’tan itibaren Türk Komünist Partisi’nin üyeleri arasındadır ve parti üyeliği nedeniyle yedi yılını Çorum ve Adana’da sürgünde geçirir. Fakat hayatına, sanatına ve yazılarına yakından bakınca, kendisini yalnızca bu parti aidiyeti ile tanımlamadığını ve sınırlamadığını, daha ziyade evrensel bir hümanist yaklaşım içinde yaşadığını ve çalıştığını görürüz. 20. yüzyılın büyük dava ve heyecanlarının şekillendirdiği bir aydın ve ressam olan Dino için sol, bir örgütsel aidiyetten ibaret değildir, daha çok duygusal ve düşünsel dünyasının nasıl şekillendiğiyle ilgilidir. Nâzım Hikmet’in şiirlerinde ele aldığı toplumsal ve siyasi konular, Abidin Dino’nun da tablo ve çizimlerine konu olur.
“İşkence ne yazık ki evrenseldir.”
1950’lerin başından itibaren Dino’nun ilgisini çeken ve derinlikle işlediği temalardan başlıcası, değişik dönemlerde içine yeniden daldığı “işkence” konusu olur. “İşkence Desenleri” başlıklı serisini, siyasal düşünceye ve örgütlenme çabalarına karşı o zamana kadarki en kapsamlı sindirme hareketi olan 1951 Tevkifatı sürerken gerçekleştirir. Kendisinin de sorgulanıp salındığı baskınlarda, yasal örgütlenmesine izin verilmeyen TKP ile ilişkisi olduğu iddiasıyla 167 kişi tutuklanır. Gözaltındaki sanatçı, akademisyen, yazar ve düşünürlerin arasında bulunan felsefe öğrencisi Ahmed Arif, Dino’yu ziyaret ederek sorgulamalar sırasında yaşadıklarını anlatır, “İşkence Desenleri” ilk olarak bu tanıklıkla vücut bulur. Abidin Dino, her an kendisini de aralarında bulabileceği hücrelerdeki dostlarının acısını, umudunu, maruz kaldıkları baskıyı ve karşısındaki dirençlerini, çevrelerindeki karanlığı ve içlerindeki aydınlığı bu çizimlerle paylaşır. 1952 başında Türkiye’den ayrılarak önce Roma’ya sonra Paris’e gittiğinde açtığı ilk sergilerdeki eserleri, işkence temasına odaklanır.
Türkiye’de tutuklanan ve işkence görenlerin büyük çoğunluğunu tanıyor olması gereken Dino, bu dostları için bir seriye başladığında yepyeni bir resim diline ihtiyaç duyar. Sanatçı, ilhamını bu sefer Batı sanatından alır ve kendisine örnek olarak İspanyol ressam Francisco de Goya’yı seçer. Napolyon Savaşları ve değişen İspanyol hükümetinin iç çalkalanmaları ile panik, dehşet, korku ve histeriyi birinci elden deneyimleyen Francisco de Goya, “kara dönemi” olarak bilinen bu yıllarda bu temaları incelediği eserler ortaya çıkarmıştır. Dino, Paris’te, Ulusal Kitaplık’ta Goya’nın eserlerini inceleme fırsatı bulmuş olabilir. Sanat konusundaki görüşlerine önem verdiği dostu André Malraux’nun, bol resimli, Saturne: Goya Üstüne Bir Deneme’si de bu sıralarda yayımlanmıştır. İlk defa 2007’de SSM’de sergilenen Goya’dan Esintiler isimli serisinde Dino, işkencenin dehşetini iki yüzyıl önce aktaran sanatçının resimlerine yaklaşır.
Türkiye’deki işkenceleri bağımsızlık savaşı veren Cezayirli yurtseverler ve onları destekleyen ilerici Fransız aydınlara uygulanan işkenceler izleyecek, İkinci Dünya Savaşı’nda Amerika’da başlayan komünizm avı kısa sürede tüm dünyaya sıçrayacak ve Dino’nun İşkence serisi güncelliğini koruyacaktır. Bir sanatçının içinde yaşadığı zamana tanıklık etmesi gerektiğine inanan Dino’nun bu dönemi, Goya’nın aynı isimli eser serisine bir göndermede bulunan Savaşın Vahşeti başlıklı eser serisiyle devam eder. Bu seri, zamanla Atom Korkusu adını alır.
6 ve 9 Ağustos 1945’te Amerika Birleşik Devletleri’nin Japonya’nın Hiroşima ve Nagasaki şehirleri üzerinde patlattığı iki atom bombasından sonra tüm dünyanın izlediği felaketi, takip eden soğuk savaş döneminde insanların yüreğine yerleşmiş olan korkuyu Abidin Dino, yine Goya’yı anımsatan bu eserlerinde dile getirir. Bu sefer yağlıboyaya dönerek, kendisi için epey büyük sayılabilecek tuvaller ortaya çıkarır. Aynı Uzun Yürüyüş serisinde olduğu gibi bu resimlerde çizgi yerini açık ve koyu, aynı renklerin farklı tonlarında lekelere bırakır. Çok renkli olmamalarına rağmen eserler, yoğun ve dramatik bir renk duygusu yaratır. İsmiyle belirli bir olaya işaret eden seri, aynı zamanda daha genel bir anlamda insanoğlunun sebep olduğu felaket ve yıkımlara, acı çekme ve çektirmeye, özgürce yaşayamamaya bir başkaldırı olarak değerlendirilebilir. Nâzım Hikmet’in Kız Çocuğu başlıklı şiiri, Hiroşima’daki atom bombası sebebiyle kansere yakalanıp hayatını kaybeden Sadako Sasaki isimli küçük kızın, barışa çağrısıdır:
[…] Benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kağıt gibi yanan çocuk.Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.
Hiroşima ve Nagasaki’yi takip eden senelerde, bombalamaların dünya tarihi ve popüler kültürün sosyal ve siyasi karakteri üzerindeki etkileri kapsamlı bir şekilde incelenir ve yasal gerekçeleri tartışılır. Dino’nun Savaşın Vahşeti / Atom Korkusu serisi, sivillere yönelik kasıtlı bir nükleer saldırının ahlaki sonuçlarının gündemde olduğu, aynı zamanda Soğuk Savaş sebebiyle bu tehdidin süregeldiği bir ortamda, seyircilerine bu etik sorumluluğu hatırlatır.
“Bu karanlıkta, Dino, bu adamlar nereye gider?”
İşkence ve Savaşın Vahşeti/Atom Korkusu’ndan sonra, Dino’nun geçmişe yolculuğu, bu sefer geleceğe umutla bakma gereksinimiyle sürer. 1955’te Paris’te olan Dino, klasik Çin ve Japon resmine benzer bir lavis ve yağlıboya tablolar serisi üzerinde çalışmaya başlar. Uzun Yürüyüş başlıklı bu dizi, ismini Çin Komünist Partisi’nin kurucu üyelerinden Mao Zedong’un Çin İç Savaşı sırasında önderlik ettiği geri çekilme harekâtından alır. 1934–1935 arasında Kızıl Ordu, etrafını kuşatan Kuomintang (KMT) Ulusal Devrimci Ordusu güçlerinin baskısı altında Çin’in güneydoğusundan kuzeybatısına geri çekilir. Tarihe “Uzun Yürüyüş” olarak geçen bu harekât sırasında, Mao’nun liderliğindeki neredeyse 65.000 kişilik Birinci Kızıl Ordu, 16 Ekim 1934’te yola çıkarak ülkenin en zor arazilerinde binlerce kilometre yol kat eder. Milliyetçi ordular tarafından takip edilen ordu büyük kayıplar verir. İlk üç ayın acı mücadelelerinden sonra Ocak 1935’te gerçekleşen bir kurultayda Mao’nun liderliği ona parti üyelerinin desteğini kazandırır ve parti içindeki gücünü konsolide eder, böylece binlerce genç kuzeye giderek partiye ve orduya katılır. Bir yıl süren geri çekilmenin sonunda Birinci Ordu’nun hayatta kalan 8.000 askeri, 19 Ekim 1935’te kuzeybatıdaki yeni operasyon üssünde diğer Komünist güçleriyle buluşur. Mao’nun partinin tartışmasız lideri olarak kabul edilmesiyle sonuçlanan Uzun Yürüyüş böylece, Çin Komünist Partisi tarihinin kritik bir dönüm noktasını teşkil eder ve dünya çapında sol kültür dünyasında önemli bir sembolik yer tutar. Nâzım Hikmet, 23 Nisan 1948’de yazdığı Angina Pektoris isimli şiirinde, Çin’de ve Yunanistan’da gerçekleşmekte olan iç savaşlara dair hislerini ifade eder:
Yarısı burdaysa kalbimin
yarısı Çin’dedir, doktor.
Sarınehre doğru akan
ordunun içindedir.
Sonra, her şafak vakti, doktor,
her şafak vakti kalbim
Yunanistan’da kurşuna diziliyor.
[…]
Dino’nun Kızıl Ordu’nun Uzun Yürüyüş’ünü düşleyerek yaptığı resimlere bugün bakıldığında, belirgin bir politik tavır yerine yeni bir uzam veya espace yaratma kaygısının ağır bastığını ve Dino’nun, inançları doğrultusunda seçtiği konuları resmederken bile siyasi dürtülerden ziyade renk, çizgi ve biçimlerden yola çıktığını görmek mümkündür. Bu serinin büyük bir kısmında Uzakdoğu Asya sanatında sıklıkla görülen, Çin mürekkebinin “sulandırılmış hali” olan lavis tekniğini kullanır. Tarihsel olarak “bilgin-bürokratlar” [scholar-officials] olarak bilinen seçkin devlet memurları ile ilişkilendirilen bu teknik, geleneksel Çin, Japon ve Kore resminde genellikle manzaralara uygulanmıştır. Mao’nun Çin’inde ressamların, militan gerçekçiliği gereği olarak eski ustaların tekniklerine sırtlarını dönüp Batı resminin tekniğini, perspektifini ve anatomisini işlediği bir dönemde Dino’nun lavis eserler üretmesi, bilinçli bir karar olmalıdır.
Ferit Edgü’ye göre her şeyden önce bir figür ressamı olarak kabul edilebilecek Dino’nun bu resimlerinde, insan figürleri yerini lekelere bırakmıştır. Dino, lavis çalışmalarından tuvale döndüğünde yine, sarı, toprak rengi ve kızıl tonları olmak üzere çok az renkle yetinmeye devam eder. Eser serisinin isminde işaret edilen Asya’nın sonsuz, renksiz bozkırları, bu form ve lekelerde adeta dile gelir. Lekesel ve dolayısıyla herhangi birisi olabilecek figürler, ayırt edilemeyen ve sonsuzluğa uzanan, üç boyutu teke indiren mekân ve tekrar tekrar işlenen motifler, 1934–1935 arasında gerçekleşen bir askerî harekâtın sembolizmini genişletir. Bu eser serisi spesifik bir olaya işaret etmekten ziyade, insanlığın gerek sosyalizm, gerek özgürlük, gerekse adalet uğruna uzun yürüyüşü olarak okunabilir.
Nâzım Hikmet, Dino’nun bu seride, lekesel figürlerin maviliğe doğru ilerlediği tablolarından birine, bir şiir ile yanıt verir:
Bu adamlar Dino,
ellerinde ışık parçaları,
bu karanlıkta, Dino,
bu adamlar nereye gider?
Sen de, ben de Dino,
onların arkasındayız,
biz de, biz de, Dino,
gördük açık maviyi.[Paris, 14 Mayıs, 1958.]
“Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?”
Abidin Dino’nun 1950’lerde yaptığı bu iki resme ve ait oldukları eser serilerine bakıldığında, sanatçının zamanının solcu siyasi çerçevesi içinde olduğunu, fakat onu daha evrenselci bir hümanizmin zorladığını görürüz. Dino’nun solculukla olan ilişkisi ve siyasi hayatı, dünyanın pek çok yerinde kendisiyle aynı inançları paylaşan kişilerin hikayesine benzer ve duygusal ve düşünsel tercihlerinin nerede olduğuna dair herhangi bir şüphe yoktur. Kendisiyle benzer dürtüler ile hareket eden Nâzım Hikmet ile Abidin Dino’nun ilişkisi ise, tek bir yazıda incelenemeyecek kadar uzun, derin ve katmanlı bir arkadaşlıktır. Bu yazı kapsamında yalnızca, ortak bir kültürel birikim ve siyasi arka plandan gelen bir şair ile ressamın, eserlerinde aynı evrensel temaları ele aldığını vurgulamak mümkündür. Nâzım Hikmet’in daha açık bir ideolojik propaganda olarak işlediği konular, Dino’nun eserlerine bir duygu ve düşünce alemi olarak yansır. Şair, 1939’dan itibaren yazmaya başladığı Memleketimden İnsan Manzaraları’nda, Anadolu’da yaşayan sıradan insanların öykülerini, 1920–1940 Türkiyesi’nin toplumsal tarihini ele alır. Aynı yıllarda Adana’da sürgünde olan, toplumcu ve gerçekçi bir sanatın gerekliliğine inanan Abidin Dino ise, Çukurova Köylüleri, Yörükler ve Partizanlar isimli eser serilerini gerçekleştirir. İşkence, Savaşın Vahşeti /Atom Korkusu ile Uzun Yürüyüş serilerinde ve Hikmet’in şiirlerinde bu iki yakın dostun arasındaki diyaloğu, zamanın siyasi çalkantılarının farklı yansımalarını takip edebiliriz. Bu ilişki, Nâzım Hikmet’in hayatının sonuna doğru yazdığı Saman Sarısı şiirinin mısralarında vücut bulur. Şiir boyunca Dino’yla sohbetlerine ve buluşmalarına işaret eden şair, ona meşhur sorusunu sorar:
[…]
sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
işin kolayına kaçmadan ama
gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil
ne de ak örtüde elmaların
ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığınkini
sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
[…]
[1961]
Abidin Dino ise Hikmet’in sorusunu bu sefer bir resimle değil, Mutluluğun Resmi adını verdiği bir şiir ile cevaplandırır:
Kokusu buram buram tüten
Limanda simit satan çocuklar
Martıların telaşı bambaşka
İşçiler gözler yolunu.
İnebilseydin o vapurdan
Ayağında Varnanın tozu
Yüreğinde ince bir sızı.
Mavi gözlerinde yanıp tutuşan
hasretle kucaklayabilseydim
seninle, bir daha.
Davullar çalsa, zurnalar söyleseydi
Bağrımıza bassaydık seni Nazım,
Yapardım mutluluğun resmini
Başında delikanlı şapkan,
kolların sıvalı, kavgaya hazır
Bahriyeli adımlarla düşüp yola
Gidebilseydik Meserret Kahvesine,
İlk karşılaştığımız yere
Ve bir acı kahvemi içseydin.
Anlatsaydık
o günlerden, geçmişten, gelecekten,
Ne günler biterdi,
Ne geceler…
Dinerdi tüm acılar seninle
Bir düş olurdu ayrılığımız,
anılarda kalan.
Ve dolaşsaydık Türkiyeyi
bir baştan bir başa.
Yattığımız yerler müze olmuş,
Sürgün şehirler cennet.İşte o zaman Nazım,
Yapardım mutluluğun resmini
Buna da ne tual yeterdi;
ne boya…
Okuma önerileri:
Abidin Dino: Bir Dünya. İstanbul: Sakıp Sabancı Müzesi, 2007. Sergi kataloğu.
Dino, Abidin. Acıyı Çizmek. İstanbul: Ada Yayınları, 1989.
Dino, Abidin. Kısa Hayat Öyküm. İstanbul: Adam Yayınları, 2000.
Dino, Abidin. Nâzım Üstüne. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2002.
Dino, Güzin. Gel Zaman Git Zaman: Abidin Dino’lu Yıllar. İstanbul: Can Yayınları, 2000.
Hikmet, Nâzım. Memleketimden İnsan Manzaraları. İstanbul: De Yayınevi, 1966.